20 Aralık 2013 Cuma

Okula gitmek zorunda mıyız?

Bir tarafta yarı acıklı yarı mızıldayan bir sesle  “Dede, okula gitmek zorunda mıyım?”  diyen torunum, diğer tarafta okul öncesi eğitimin yararlarına olan inancım. Sabahları hem annemizin işe gitmesinin, hem de halâ daha yabancı bir ortam olan okula gitmenin ortaya çıkardığı duygusal yıpranmanın verebileceği zararları en aza indirme endişelerimiz devam ediyor.
Yarı dönemi tamamlamak üzereyiz.
Sabahları okula gitmek için yaptığımız hazırlıklar sırasındaki isteksizlik işaretleri giderek
azalıyor. Okula gitme alışkanlığını kazanmak üzereyiz. Ebeveynler olarak duygularımıza kapılıp; “bugün de okula gitmeyelim … “ dememek için kendi kendimizle de mücadele ediyoruz.

17 Kasım 2013 Pazar

çizdik-boyadık




























Çocuklarla iletişim

“Ne oldu - nasıl oldu soruları” ve dinleme yeteneğimiz
Bazen limitleri aşabiliyoruz. Her yaş grubundaki çocuklarımızla iletişimde yerindelik, haddini aşmama, onlara değer verme ve benzeri kavramlarını ön planda tutabilmeliyiz. 
Daha kısa süreli cümlelerle (lafı uzatmadan) daha az konuştuğunuz zaman çocuklarınızın ne kadar çok konuşabildiklerinin farkına varabiliriz.
Onların da kendilerini ifade edebilmelerinden keyif almayı öğrenmeliyiz.
Yaşları küçük olanlar dâhil çocuklarımızın da nitelikli fikirleri olabileceğini gördükçe
 şaşırabiliriz. Onlara değer veriyor muyuz? Kendimize sormalıyız.
Şu soruları sorarak çocukların düşünme ve muhakeme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olabiliriz.
Neler oldu?

13 Kasım 2013 Çarşamba

Mutlu olmak ne demek? ıı

İki numara
Doğuma giderken ara veren yoğun kar yağışının, dönüşte tekrar ara vermesini görebilmek,
İlk doğduğundaki incecik bedeninin bir gün büyüyeceğini ümit edebilmek,
Oğuz abisinin isim verirken okuduğu ezanı dinleyebilmek,
Onun sevgisi ile gözlerimizin dolduğunu hissedebilmek,
Bebeğini ilk defa kucağına alan annesinin duygularını paylaşabilmek,
İlk yıkanması sırasında yaşadığımız telaşı gülümseyerek hatırlayabilmek,
Bakımı için yaptığımızı yaptığımız ilk tartışmaları tatlıya bağlayabilmek,

Mutlu olmak ne demek? I


Bir numara

Hastane odasından içeri girdiğinde onun yumuk gözlerini görebilmek,
Süt kuzusu gibi masum duruşunu görebilmek,
Tavşankulaklı şapkasının altında kalan gözlerini; onu uyandırmadan ortaya çıkarabilmek,
Yumuk gözleriyle takip edebiliyorum mesajı verdiğini görebilmek,
Emziğini emerken çıkardığı “cumk, cumk “ seslerinin ahengini hissedebilmek,
Daha minicikken onu kollarımda uyutma konusunda ne kadar ustalaştığımı hissedebilmek,

21 Eylül 2013 Cumartesi

Lale bahçesi

Bir değerlendirme
Dört yaşını henüz doldurmak üzere olan torunumla anaokuluna yeniden başladık.
Geçen yıl ilk tecrübemiz kısa sürmüştü.
Bir yıl kadar önce okullu olmaya karar verdiğimizde, altı farklı anaokulunu ziyaret etmiş ve birinin uygun olduğunu düşünmüştük.
Seçtiğimiz okulda toplam altı gün yarımşar öğlene kadar kalmıştık.
Okula yeni başlayan çocuklardaki ortak endişeleri, güven eksikliği duygularını biz de

29 Ağustos 2013 Perşembe

Sanal bağımlılık*

Elinden tablet düşmeyen anne-babalar
Günümüzde anne (ve de babayı) bekleyen tehlikelerden birisi de sanal bağımlılıktır. İnternet, akıllı telefonlar, tablet bilgisayarlar anne-baba ve çocukların yaşamlarını etkilemeye devam ediyor. Gün boyu işte yorulan baba, geç saatlerde eve geldiğinde koltuğun üzerine yıkılıp eline akıllı telefonunu

Şiddetin hâkim olduğu ailede yetişen anne*

Şiddeti çocuğa yansıtmanın mantığı
Radyo programında sunulan kısa olayda; “İlaç içmemekte direnen çocuk bir türlü ikna olmuyordu. Baba kolayı seçti ve anneyi beceriksizlikle suçlayarak bağırmaya başladı. Suçlanan anne çocuğu omuzlarından kaldırarak kanepenin üzerine fırlattı. Gören gözler; annenin çocuğu fırlatırken
çimdiklediğini de fark etti. Çocuk; canı yanmış ve kanepeye yapışmış gibiydi. Çocuk, anne ve babanın bağırmaları karşısında tırsmış, sessiz hıçkırıklarıyla ağlamaya devam ediyordu. Sonuçta çocuk ilacı içmedi. Şiddete uğradığı için savunma sistemi biraz daha zayıfladı. Geçen zaman anne-babayı sakinleştirdi. Hatalarını itiraf etmeden durumu düzeltmenin yollarını düşünmeye başladılar.”

Dişi ağrıyor*

Sigortaları attırmanın âlemi var mı?
İnsanın dişi ağrıdığında diş tabibine gitmesi kadar doğal ne olabilir?
Yeni doğum yapmış annenin duygularını anlamak yerine ona akıl veren yakın çevresinin ortaya çıkaracağı sıkıntılara yakından bakmaya çalışalım.
Yeni annenin konusunda uzman doktor olduğunu kabul etsek bile; çocuğuna kendi bilgi ve

Annelik Sanatı – Adem Güneş


Çocuk-Sevgi
Adem Güneş gerek radyo programlarıyla gerekse kitaplarıyla ışık olmaya devam ediyor. Kitap 205 sayfa. Geriye dönüp tekrar tekrar okumak ve kendinize mal etmek ihtiyacını duyuyorsunuz. Sadece anneler için değil, aynı zamanda çocukla ilgilenen, çocuğa emek vermek niyetinde olan herkese
kılavuzluk edebilecek bilgiler ediniyorsunuz.
Anneliğin, diğer bir ifade ile çocuk yetiştirmenin sanatkâr olmakla eşdeğer olduğunu söyleyebiliriz. Yorucu, yıpratıcı, sabır gerektiren bir yaşam biçimi …
Annenin bu ağır yüküne destek sağlamanın ne kadar önemli olduğunu inkâr edebilir miyiz? Çocuğunu yetiştirirken; aynı zamanda bir insan olan annenin en büyük desteği önce eşi, sonra yakın çevresindeki diğer yakınların olması beklenir. Bu nedenle Adem Güneşin kendi ifadesiyle “bu kitap sadece annelere değil, babalara da hitap ediyor. Bunun da ötesinde çocuğun yakın çevresindeki dedeleri, anneanneleri, babaanneler vb. için de kılavuz niteliğinde.
Kitapta dikkat çeken bölümlerden özetleri yorumlarımızla birlikte aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

18 Haziran 2013 Salı

Pazartesi sendromu

Çalışan anne çocuklarında sık görülen davranışlardan birisini biz de yaşıyoruz.  Annenin sabah evden ayrılması sırasında çocuğun ondan ayrılmak istememesi, açık ifadesiyle çocuğun annesinin bacaklarına sarılarak “bugün işe gitme…” sızlanmalarını biz de yaşamıştık. Altı ay kadar önce sorunu en aza indirmek için; annenin ayrılma saatinden önce çocuklarımın evine giderek nöbet teslim alma anlayışı ile hareket etmeye başladım.
Çocuğun dede ile vakit geçirme konusunda daha istekli olması bu şekilde

27 Nisan 2013 Cumartesi

Ne oldu …

Sık sık birlikte oldukları yakınları; yeni yaptırdıkları evlerini hafta sonları kullanıyorlardı. İstanbul’un yoğunluğunda kaçmak ve yeşillikler içinde sakin bir hafta sonu geçirmek için ideal bir yer olduğunu düşünüyorlardı. Öyleydi. Evleri kullanışlı, misafir ağırlayabilecek kadar büyüktü. Evin bulunduğu yer, içinde dereler akan nadir köylerden birindeydi. Dere suları beton arklar içinde lıkır

21 Mart 2013 Perşembe

Üç Kardeş ve Muhteşem Kurt

Üç gün önceden internetten biletleri satın alıp “tiyatroya gideceğiz” dediğimde sevinmişti. Gidiyoruz bölümü onu mutlu etmişti. Tiyatro sözcüğünü ise, ancak bugün tiyatroya gidince anladığını düşünüyorum. İlk kez bir tiyatro binasına giriyorduk. Önce gişeden biletlerimizi aldık. Oyunla ilgili küçük broşürleri inceleyerek içeri girdik. Bizim gibi başka çocuklar anneler, öğretmenler ve küçük öğrenciler de salonda yerlerini bulmaya çalışıyorlardı. Oyun 3+yaş grubu için olduğundan; ortalık çocuk doluydun. Neşeli çocuk cıvıltıları torunumu da çok mutlu etmişti. Arada bir etrafına bakıyor, tiyatro sıralarını inceliyor, aklına geldikçe ”neden başlamadığını” soruyordu.
Salon karartıldığında sahne kuvvetle aydınlatıldı. Kukla tiyatrosu için

16 Mart 2013 Cumartesi

Okulu bıraktık

Sabah erkenden torunumun evine gitmeye devam ediyorum.  Evlerine gittiğimde çoğunlukla uyanmış oluyor. Annemizi yolcu ettikten sonra biz de üstümüzü değiştirerek arabamızla yola çıkıyoruz.
Hafta başından itibaren sabahları okula gitmekten bahsetmiyorum. Beş gündür okula gitmiyoruz. Okula gitme endişesini gideremediği için,
 kapıdan dışarı çıkarken, biraz da sesini alçaltarak “dede, .. .. nereye gidiyoruz?” sorusu geliyor. “Dedenin evine gidiyoruz” cevabını aldığında rahatlamış olarak arabaya doğru ilerliyoruz.
Geçen hafta yaşadığımız stres onda da, bende de kalmadı. Eskiden olduğu gibi ikimiz de mutluyuz. Oyunlar, boyamalar, kağıt kesip yapıştırarak yaptığımız panolar günümüzü dolduruyor. Hava iyi olduğunda parkta uzun vakit geçiriyoruz. Eskisinden farklı olarak; parktaki çocuklarla daha çabuk iletişim kurabiliyor. Bebeklerin ve yeni yürümeye başlamış çocukların anneanneleri – babaanneleriyle eski

8 Mart 2013 Cuma

Çocuk Yuvası – dördüncü gün

Üç günlük deneme süremiz sonunda öğretmenlerimize biraz daha alışmıştık. Dededen ayrılmak sorunlu olsa da oyun odası, satranç dersi ve diğer arkadaşlarla birlikte olunduğunda zaman hızlı geçmişti. Çocuk yuvasında her gün sabahtan öğlene kadar kalınmasını kararlaştırmıştık.
Üçüncü gün öğlen olduğunda içeri girdim ve torunumu beklemeye başladım. Biraz sonra öğretmeni

5 Mart 2013 Salı

Okullu olduk-Çocuk Evi

Üç yaşına yaklaştığımız günlerde değişen ayrıntılar dikkatimi çekmeye başlamıştı. Minicik olmasına karşılık isteklerini kolayca yaptırabilmenin sınırlarını zorladığını düşünmeye başlamıştım. Yemek zamanı giderek daha seçici olmamız, abur cuburla öğün geçirme çabalarımız belirgin hale gelmişti. Her fırsatta çoraplarımızı çıkartmak istememiz, kıyafet değiştirmemiz gerektiğinde veya evden

17 Şubat 2013 Pazar

Mutluluk

İki numara

Ankara’daki torunum. Bir yaşını doldurdu. Bir yılda çok değişti. Minicik elleri, ayakları büyüdü. Ona bir kişi olarak çoook değer veriyoruz. Saçları uzadı. Az sayıda anlamlı kelime söylemesi bizleri mutlu ediyor. Tek başına anlamlı olmayan seslerle bütün isteklerini anlatabiliyor. Koltuklara, kanepelere tutunarak ayakta durabiliyor. Kollarından tutarak yürüttüğümüzde ağırlığını kendi taşıyarak yürüyebiliyor. Yaşıtları ile oynamayı ve arkadaşlarının ellerindeki oyuncakları

Akıllı telefonlar- tablet bilgisayarlar-anne baba tutumları

Ellerinde akıllı telefon veya tablet bilgisayarları ile vakit geçiren aileler çocukları da etkiliyor. Üç yaşındaki torunum tablet bilgisayarı eline aldığında aradığı sayfayı bulmak ve sayfaları değiştirmekte fazla zorlanmıyor. Henüz işin başında olduğumuzdan kontrol etmekte zorlanmıyoruz. “Biraz sonra süremiz biteceeek”, “bilgisayarı bırakıyoruuuuz” şeklindeki ifadelerle süreci
 sonlandırabiliyoruz. Hep böyle gitmeyeceğini, zaman geçtikçe kontrolün daha zorlaşacağını düşünerek endişeleniyoruz.
Yasaklamanın çözüm olmadığını da biliyoruz.
İlköğretim çağında bulunan ve yakın çevremizde gözlemlediğimiz çocuklar üzerinde; akıllı

16 Şubat 2013 Cumartesi

İyiki doğdun Zehra ...

İnsanın dede olması; tarifi mümkün olmayan bir duygu. Sağlık ve huzur; öncelikli dualarımız çocuklarımız-torunlarımız için. Onları seviyor olmamız bizim için mutluluk kaynağı. Allah isyeyenlere çocuklar, torunlar ve geniş aile nasip etsin ...  ...

15 Şubat 2013 Cuma

Oyun Hamuru & Kardan Adam

Hamurları yoğururken hem şarkı söylüyoruz, hem de regârenk kardan adamlarımızı şekillendiriyoruz. Kardan adama benzemesi önemli değil. Bizim benzetiyor olmamız yeterli. Oyunumuz iki saatten fazla sürmüştü ...

Kardan adam yapalım
Burnuna havuç takalım
Gözüne kömür takalım
Eline süpürge verelim

Oyun Hamuru

Doksanlı yılların başlarına kadar çocukların çamurla oynadığını hatırlıyorum. Sonraki yıllarda sokak oyunlarının azaldığına, parkların daha çok kullanılır olduğuna şahit olmaya başladık. Eskinin sokak oyunları yeni nesil tarafından bilinmez oldu. Evde, okul bahçelerinde, parklarda ve diğer kapalı mekânlarda oynanan oyunlar çabucak yaygınlaştı. Eskiler unutuldu. Birçok konuda olduğu gibi çamur da teknolojiden payına düşeni aldı. Eskiden çocukların üstlerini kirleten ve ellerinin çatlamasına neden olan çamur; oyun hamuru olarak yeni hali ile karşımıza çıktı. Rengârenk oyun hamurları çekici görünümleriyle kolayca kabul

10 Şubat 2013 Pazar

Okul öncesi eğitim zamanımız geldi

Gündüz süresinin büyük bölümünü birlikte geçiriyoruz. Üç yaşını geçtiğimiz bu günlerde uygulaması zor gelen işlerin başında torunumun yemek saatleri geliyor.  Önceleri oyun oynayarak kahvaltımızı ederken şimdi zorlanıyoruz. Öğlen yemeklerimizde daha seçici olmaya
 başladık. Hatta bazı öğünler yemek dışında abur cuburla geçebiliyor.
Dışarıda gezmek ve güzel mekânlarda bir

Dede canım sıkılıyor

Günlerimin çoğunluğu torunumla birlikte geçiyor. Çocukluğumda oynayamadığım kadar oyunlara vakit ayırabiliyorum. Yap-boz yapıyoruz. Boyama kitaplarını rengârenk dolduruyoruz. Birlikte resim yaparken ortaya ilginç karikatürler çıkarıyoruz. Çizme kabiliyetim arttı. Dede olduğum ilk günlerde ninni söylemeye başlamıştım. Şimdi çocuk şarkılarını cesaretle söyleyebiliyorum. Mandallar, kâğıt parçaları, kısa renk renk ipleri oyuncak olarak kullanabiliyoruz. Çocuklar için yapılmış ucu plastik kaplı makasımızla kâğıt kesiyoruz. Kestiğimiz kâğıtları anlamlı

15 Ocak 2013 Salı

Mürebbiye

Dün öğleden önce dışarı çıktık. Her gün yaptıklarımızdan biraz değişik bir güzergâh seçmiştik. Sabah torunumu alıp, evimize yol alırken arabanın içinde konuşuyorduk. Vapura binmeye ve balık tutanları izlemeye karar vermiştik. Kahvaltıdan sonra giyindik. İçinde torunumun yedek

 kıyafetleri, güneş gözlüğü, gerektiğinde kullanmak üzere ıslak ve kâğıt mendil paketleri bulunan arka çantasını yüklendim. Minibüsle Kadıköy’e giderken çocuk şarkılarından oluşan repertuar ile yolculara küçük bir konser verdik. Dinleyenlerin kaçamak bakışlarında rahatsızlık olmadığını hissedince ses tonumuzu yükselttik. İskeleye geldiğimizde kartımızı okutup beklemekte olan vapura bindik. Havanın serin olduğunu düşünerek kapalı bölümde oturduk. Pencereden dışarı seyrettik. Sarayburnu’na doğru ilerlerken, geminin sallanmasını yeterli bulmadığından, torunum kendini iki yana sallayarak “bu gemi de ne kadar çok sallanıyor  …” diyerek oynamasını izledim. Yanımızdan geçen diğer tekneler ve balık
 tutan küçük motorlar hakkında yorumlar yaparken Karaköy’e yanaştık. İskeleden hemen sağa dönerek rıhtımda balık tutanların arasına daldık. Oltasını denizden çekmekte olanların yanına gidip oltaya takılı balıkları yakından izledik. Güler yüzlü olan balıkçıların istavritlerine elleme, hatta birkaç balığı avucumuza alma cesaretini bulduk. Balıklar elimizden kaçmaya başlayınca çığlıklar atarak tekrar yakalamaya çalıştık. İçleri istavrit dolu bütün kovaları inceledik. Kovaların bir kısmına elimizi sokarak balıkları yakalamaya çalıştık. Güneşli havanın verdiği canlılığı dolu dolu yaşadık. Sonuçta balık kokan ellerimizi ıslak mendille silerek tekrar iskeleye yöneldik. İskele girişindeki simitçiden simidimizi de aldık. Güneş yükselmiş, hava biraz daha ısınmıştı. Doğrudan vapurun giriş katındaki arka bölüme geçtik. Açık havada hem simidimizden parçalar koparıp yedik, hem de “gel kuş” diyerek martılara seslendik. Vapur iskeledeyken gemiye yanaşmayan martılar, sahilden biraz açıldığımızda gemiyi takip etmeye başlamışlardı. Dede torun birlikte simit parçalarını havaya doğru atıyorduk. Sayıları giderek artan martı ordusu bizi takip ediyordu. Attığımız bütün simitler martılara yem olmuştu. Daha önce hiç yapmadığım, ancak başkalarını ilgiyle izlediğim tablonun şimdi öznesi olmuştuk. Dede torun sesimizi kimlerin duyduğunu umursamadan küçük çığlıklarla martıları beslemeye devam ettik. Martı ve dalga seslerine karışan çığlıklarımız simidimiz bitince son buldu.
Sakinlemiştik.
Torunum sordu “dede nereye gidiyoruz?” “Evimize dönüyoruz” cevabını verdim. “Gitmeyeliiim”  cevabı üzerine karar değişikliği yaptık “Tamam, trene binip Göztepe’deki kitapçıya gidelim” teklifim kabul gördü. Torunumun neşesi devam ediyordu. Vapurun yavaşlamasından Haydarpaşa’ya yanaşmakta olduğumuzu fark ettik. Garın merdivenlerini tırmanırken “dede burası cami mi? sorusu geldi. İstasyon kavramını açıklamaya çalıştım.
Trenin hareket etmesini beklerken bir önceki akşam konuşulan bir yakıştırma aklıma geldi. Geniş katılımlı aile meclisinde; torunumla yakından ilgilenmem ve gündüz süresinin tamamını onunla geçirmem gündeme gelmişti. Benim bir dededen çok mürebbiye gibi olduğum ve çocuğun her şeyi ile yakından ilgilendiğim vb. ifade edilmişti.
“Mürebbiye” sözü, sanki biraz da eleştiri içeriyordu.