Bir tarafta yarı acıklı yarı mızıldayan bir sesle “Dede, okula gitmek zorunda mıyım?” diyen torunum, diğer tarafta okul öncesi eğitimin yararlarına olan inancım. Sabahları hem annemizin işe gitmesinin, hem de halâ daha yabancı bir ortam olan okula gitmenin ortaya çıkardığı duygusal yıpranmanın verebileceği zararları en aza indirme endişelerimiz devam ediyor.
Yarı dönemi tamamlamak üzereyiz.
Sabahları okula gitmek için yaptığımız hazırlıklar sırasındaki isteksizlik işaretleri giderek
azalıyor. Okula gitme alışkanlığını kazanmak üzereyiz. Ebeveynler olarak duygularımıza kapılıp; “bugün de okula gitmeyelim … “ dememek için kendi kendimizle de mücadele ediyoruz.
Çocuğun duygu dünyasını incitmeden sonuç almak konusundaki kararlılığımız fazlaca zarar görmeden bugünlere geldik.
Çocuktaki değişimi görüyoruz.
Sabahlar arada bir de olsa “okula geç kalmayalım, öğretmenim beni bekliyor …” ya da “bugün tiyatro var, geç kalmayalım…” anlamında sözler duymaya başladık.
Çocuğu incitmeden okula devam etmedeki başarımızı olumlu etkileyen bir faktör de “Filiz öğretmenimiz”. İlk günlerden itibaren öğretmenimizle aramızdaki karşılıklı anlayış ve işbirliği sorunlarımızı en aza indirdi. Öğretmenimiz çocuğun içeri gireceği zamanlamayı seçmede hemen hemen hiç hata yapmadı. Okul kapısından içeri girdiğimizde çocuğun ve dedesinin tepkilerine bakarak çocuğu alacağı zamanlamayı seçmede çoğunlukla başarılı oldu.
Öğretmenimiz her defasında yeni bir formül bulup çocuğun içeri girmesini kolaylaştırıcı rol oynadı.
Çocuk öğretmenini seviyor.
Sonuçta çoğunlukla kendi isteğiyle giriyor. “Hoşça kal dede..” diyerek günlük programa katılıyor. Bazen de okul kapısından içeri girdiğinde, sanki ortam onu içeri çekmiş gibi, yanında dedesi yokmuş gibi kendiliğinden arkadaşlarına katılıyor.
Okula alıştı herhalde yorumlarını yaptığımız günlerde, beklenmedik tepki vererek “bugün okula gitmiceeem….” Diyebiliyor. Her defasında o güne özel formül bularak, gecikmeli de olsa devamlılığı sürdürmeye çalışıyoruz.
Akşamları ise okuldan ayrılmak konusunda fazlaca acele etmiyor.
Anaokulunun çocuğa verdiği eğitimi de göz ardı edemeyiz.
Ardan geçen dört ay sonrasında; okullu olma sürecimize çocuğun penceresinden baktığımızda, torunumun tercihinin evde kalmak olduğunu görebiliyorum. Okula gitmekten vazgeçsek, bu durumun onu mutlu edeceğini düşünüyorum.
Dört yaşındaki çocuk için vereceğimiz emeklerin çok başlarında olduğumuzun bilincindeyiz. Sonuçta insan yetiştirme gayreti gösterirken duygularımız ve hayatın gerçekleri bizleri etkiliyor. Bütün inisiyatifin ellerimizde olduğunu varsayarak “sihirli çözümün var mı?” diye sorsalar; uygun çözümün çocuğun dört–beş yaşına kadar kesintisin anne refakatinde kalması olduğunu söyleyebiliriz. Çalışan anne-baba çocukları için ise, anaokulu, doğru okul seçilmesi kaydı ile uygun bir çözüm olarak görülebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder