16 Haziran 2012 Cumartesi

Bir günümüz

Bu sıralar öyle bir düzen tutturduk. Sabah erken saatlerde anneanne ilgileniyor. Öğleden önceki uygun bir saatte evlerine gidip çocuğu alıyor ve kendi evimize getiriyorum. Akşam annenin iş dönüşünde çocuğu tekrar kendi evine götürüyoruz. Bu sabah gittiğimde; annemiz sabah erkenden
işine gittiği için kapıyı anneanne açtı. Torunum salonda oturduğu yerden isteklerinin yapılacağından emin ses tonuyla  “.. dede hadi parka gidelim” diyerek geldi. Üzerinde pijamaları olduğu halde ayakkabılarını giymeye başladı. Dur, pijamaları çıkaralım demek veya onun söylediklerine itiraz etmek yok. Çocuk pedagojisi okuduğumuzdan, onunla boğuşmak veya ikna etmeye çalışmak yerine hemen oyuna başlıyoruz. O ayakkabılarını giymeye devam ederken, biz de dışarısı için gerekli giysilerini buluyoruz. Parka gittiğimizde yapacaklarımızı konuşurken kendini giyinmiş buldu. Bu arada daha önce giydiği
ayakkabıları çıkarıldı ve tekrar giydirildi. Bu sırada çocuğun dikkati oynayacağımız yeni oyunlarda. O kendi dünyasında konuşuyor, ben de çoğunlukla onu onaylayarak hazırlıkları sürdürüyorum. Konuşma arasında kıyafet değişikliğini tamamlayıp evden çıkıyoruz. Bina dışına çıkmadan önce dışarıdaki sert güneşi gösterip; “aman güneş çarpmasın” deyip şapkalarımızı giyiyoruz. “Güneşten gözümüz rahatsız olmasın”  ifadeleri ile de güneş gözlüklerimizi de takarak kendimizi sokağa atıyoruz. Bütün yaptıklarımızı küçük oyunumuzun küçük birer parçasını oluşturuyor.

Taksiye bindik ilk soru geliyor “dedenin evine mi gidecez?” Evet cevabının arkasından bir kez daha evdeki hazırlıklarımızı ve sonrasında parkta yapacaklarımızı tekrarlıyoruz. Eve gideceğiz, tuvaletimizi yapacağız, çantamızı hazırlayıp parka gideceğiz.  Bu sefer bir istek geliyor; “dede, baloncuk yapmak için sabun alalım”. Üfleyerek balon yapılan sıvı deterjan almanın sözünü veriyorum. Dedenin evindeki hazırlıkları tamamladık ancak hemen çıkamadık. Daldan dala atlayıp, planladığımız işi değil o an aklımıza gelen oyunlara dalıyoruz. Bu sefer evin içinde bisikletimizle biraz dolaştık, silindirik küçük katran paketteki renkli şekerlemeleri boş bir kâseye boşaltıp, teker teker kendi kabına koyarken beraber şarkılar söyledik. Acelemiz yok. O anki oyunumuz daha önemli. Şekerlemelerden bana da vermek istediğinde “ben yiyemem renkli şekerler karnımı ağrıtıyor” cevabını alınca kendisi de yemeyi kesti. Park konusu tekrar aklına gelince dışarı çıkmaya karar verdik. Çocuk arabasında mutlu, etrafına bakınıp ara ara şarkılar söylüyor. Geçtiğimiz yollardaki gürültü durumuna göre onun şarkılarına ben de eşlik ediyorum. Bazen “dede sen sus ben söyleyeceğim“ dediği de oluyor. Parkın baş tarafına geldiğimizde arabadan indiriyorum. Parkın iç tarafındaki çocuk oyun alanına kadar yürüyecek. Bazen de salıncak veya kaydıraklarla ilgilenmeyip kuşlar veya köpeklere vakit ayırıyoruz. Minik biyoloji dersimiz başlıyor. “Kuşların annesi nerede?, hav hav neden uyuyor?, onu yavrusu var mı?, kuş böceği neden yedi?. Sorular devam ediyor. Bazen benim de tanımadığım bir böceğe takılıyoruz. Sorulardan bunaldığım zaman böceği uzaklaştıracak bir şey yaptığımda “nereye kaçtı, hadi bulalım” isteği gelebiliyor. Geçen sonbaharda ağaçlardan düşen atkestaneleri hakkındaki derslerimiz unutulmamış. Henüz üzerindeki dikenli kabukları yeni yeni şekillenmeye başlayan atkestanelerini gösteriyor. “Dede bak kestaneler büyücek, şimdi açılmaz”. Bu sözlerine seviniyorum. Araya iki mevsim girmesine rağmen bağlantı kurulabiliyor. Salıncakta yalnız sallanmasının ardından kaydırak üstündeki çocuklarla arkadaşlık kuruyor. Böyle durumlarda biraz uzaktan izlemeye başlıyorum. Kendisi kaydırağın üst tarafında dururken, kaydırağın alt ucundan küçük metal oyuncak arabasını yukarı doğru iten diğer çocukla oynamaya başlıyor.  Oyun devam ederken kaydırağın üst tarafına torunumla yaşıt başka bir kız çocuğu metal arabayı alıp arkasında saklayınca ortalık kızışıyor. Ben hâlâ uzaktan izliyorum. Kaydırağın üstünde iki minik kız, oyuncak arabayı bir birlerinin elinden almaya çalışırken parkta ağlama sesleri giderek çığlık şeklini alıyor. Oyuncağın asıl sahibi yukarıda ağlayan çocuklara bakakaldı. Diğer çocuğun bakıcısı olduğu anlaşılan bayan, oyuncak arabayı kendi çocuğundan alıp bizimkine uzatınca torunumun sesi kesildi. Tekrar aşağıdaki arkadaşıyla oynamaya başladı. Diğer çocuğun bakıcısı, küçüğü susturma gayreti içinde oyun parkının diğer tarafına doğru uzaklaştırdı. Torunum beni görünce, gözleri parıldayarak, sevinç içinde ”dede o kızı annesi eve mi götürdü?, diyerek laf yetiştirmeye çalıştı. O sırada oyunla meşgul olduğundan nasihat bölümünü sonraya ertelemeye karar veriyorum.
Parktan ayrılma vaktinin geldiğine karar verdiğimde; eskisinden farklı olarak yarım saat öncesinden, “Elif, biraz sonra eve döneceğiz” uyarısını sıralıyorum. Vakit dolmaya başladığında “ … bir kere daha kayalım, veya biraz daha sallanalım gidiyoruz ..  ondan sonra gidiyoruz“ diyerek ayrılma konusuna fikren hazırlık yapmaya çalışıyoruz. İki buçuk yaşını geçtiğimiz bugünlerde parktan ayrılırken durumu kabullenerek eve dönmeyi başarmış olmak memnuniyet verici. Dönüş yolunu tutmak oyun bitti anlamına gelmiyor. Yol üzerindeki küçük başka bir parktaki fıskiyeli havuz kenarında oyalandığımız, havuz kenarındaki korkulukların üzerine çıktığımız da oluyor. Bazen de arabasına binmek istemiyor. Yaya kaldırımı üzerindeki bordür taşları üzerinde sanki ip üzerinde yürüyormuş gibi denge hareketleri yaparak ilerliyor. Eve gelinceye kadar oyuna devam ediyoruz. Eve girdiğimizde yorgunluk derecesine bağlı olarak elerimizin yıkanması, üstümüzün değiştirilmesi, banyo yapılması veya doğrudan öğlen uykusuna dalınması seçenekleri devreye giriyor.
Bütün bu faaliyetler benim için de günlük sporu oluşturuyor. Her fırsatta fiziki temas sağlayıp bazen koklayarak, bazen kucaklayarak dünyadaki en güzel duygulardan birinin tadını çıkarıyorum. Bazen yüz yüze gelerek, iki yanağımı minik elleri ile tutup içten gelen küçük bir çığlık ile “dedeeee” diye gözlerime bakması, ayakları ve elleri ile sarılması, bizi kelimelerle ifade edilmesi güç bir sevgi yumağı haline getirmeye yetiyor. Bazen de yarım gün hiçbir şey yemeden, sadece bir şeyler içmesi bütün performansımı sıfırlıyor. Mantığım çok üzerinde durma, nasılsa acıkınca yer diyor. Ama yemek yememesi benim için problem olmaya devam ediyor. Böyle zamanlarda babaannemizin bir an önce duruma el koymasını bekliyorum. Babaanne yedirme konusunda kesin başarılı. Babaannemiz duruma el koyduğunda tekrar normal yaşama döndüğümü hissediyorum. Şimdi dört aylık diğer torunum da bizi ziyarete geliyor. Onun katacağı yeni duyguları yazabilir miyim göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder