8 Kasım 2012 Perşembe

Günün özeti

Dün sabah saat sekizden önce onu almaya gittim. Babamız bir saat kadar önceden evden ayrılmıştı. Annemizde dışarı çıkmak için hazırlık yapıyordu. Torunumun ise sesi çıkmadığına göre uyumaya devam ediyordu. Zili çalmadan dış kapıyı tıklatarak içeri girdiğim için uyanmamıştı. Salonda gazete okumaya başladım. Fazla
geçmeden torunumun yalnız mı
bırakıldım anlamına  da gelebilecek “anneee” diye seslenmesiyle yerimden fırladım.
Yanına giderken bir taraftan da onu sakinleştirecek ses tonuyla “dedesi geeeldii” diyerek seslendim. Yüz yüze geldiğimizde, sanki biraz önce acıklı ses tonuyla seslenen o değilmiş gibi gülümseyerek bakıştık. Daha fazla uyumayacağını anlayınca; “seni salona götüreyim mi” sorusuna başı ile “evet” anlamında cevap verdi. O sırada annemizde geldi, çıkmak üzereydi. Anne kız vedalaştılar. Arkasından biz de üzerimizi değişerek dedenin evine doğru yola çıktık.
Arabadan dışarı seyrederken yağmur yağdığını söyledi. “Bugün parka gidemicez mi” sorusuna “gideriz” cevabını alınca aynadan yüzünde mutlu bir ifade olduğunu gördüm.
Dedenin evine vardığımızda, her zamanki gibi kapıdan içeri sessizce başımızı uzatarak, birbirimize “susss” işareti yaparak babaannemizin ne yaptığını anlamaya çalıştık. Eğer babaanne mutfakta ise arkasından yaklaşıp “biz geldik” diyeceğiz, yok eğer uyuyorsa yavaşça yanına gidip öperek uyandıracağız. Babaannemiz mutfaktaydı. Kahvaltıyı hazırlamasına yardım ettik. Çay bardaklarını, çatalları, şekerliği masaya yerleştirdik. Tehlikeli olabilecek malzemeyi dede ile birlikte, Yumurta kırılacak ise babaanne ile birlikte, domates, biber yıkanacaksa yalnız iş yapmaya artık alıştık. Bazen üstümüzü ıslatsak ya da kirletsek dert edilmeden işimize devam ediyoruz. Yumurtanın üzerine tuz-karabiber dökmek, çayların şekerini bardaklara koymak, yumurtayı bandırarak elle yemek favorilerimizin arasında. Kahvaltımız küçük oyunlarla başlayıp, oyunlarla devam ediyor. Kendiliğimizden karnımız doyuncaya yediğimiz pek söylenemez. Ya yumurtayı dede bitiriyor, o bitirmeden biz de alalım oyunu oynanıyor. Bazen de lokmalar uçak oluyor ve ağzımıza girdiğinde kayboluyor. Arada küçük tekrarlar olsa bile her defasında yeni bir oyun bulmak durumundayız.
Kahvaltı sonrasında yap-boz (puzzle) performansımız çok iyiydi. Her geçen gün daha iyi yapabildiğimiz için giderek daha fazla vakit ayırır olduk. Her yap-bozun kendine ait ayrı bir hikâyesi var. Önce yap-boz parçalarının doğru yüzlerini yukarı gelecek şekilde çeviriyoruz. Sonra aşina olduğumuz bir-iki parçayı bir araya getirirken hikâyemizi tekrar tekrar anlatıyoruz. Bazen de doğaçlama bizi başka yerlere götürüyor. Sıklınca dışarı çıkmaya hazırlanıyoruz.
Yağmur yağmaya devam ediyor. Apartmanın sığına bölgesindeki depomuzdan çocuk arabamızı çıkarıyoruz. Islanmamak ve üşümemek için tedbirlerimiz alınmış durumda. Torunumun ifadesi ile kat kat giyindik. Çocuk arabamızın üstünde şeffaf naylon yağmurluğumuz da var. Dışarı çıktığımızda yağmurluğu biraz aralayıp ellerimizin ıslanmasını sağlıyoruz. Parka doğru yola çıktığımızda kendi kendimize mırıldandığımız şarkı; moralimizin iyi olduğu mesajını veriyor.
Parka geldiğimizde karşılıklı konuşuyoruz:
-Aaa arkadaşlarım yok,
-Nereler acaba?
-Yağmur yağıyor ya, ondan gelmemişler,
-Biz ne yapacaz?
-Sallanacaz,
Hafifçe yağmakta olan yağmura aldırmadan, önce beraberimizde getirdiğimiz kurulama bezi ile salıncağın yukarı uzanan zincirlerini, oturma yerinin üstü, yanı ve hatta bacaklarımızı salladığımızda pantolonumuz ıslatmaması için alt taraflarını siliyoruz. Salıncak ölçülerine göre kesilmiş içi hava kabarcıklı plastik örtüyü de oturma yerine sererek sallanmaya başlıyoruz. Bir sonraki sefere eldivenlerimiz de almamız konusunda anlaşıyoruz. İkinci bir salıncak için de aynı işleri yapıyoruz. Kaydıraklar su içinde olduğundan ıslak yerleri bakarak kontrol ediyoruz. Artık elimizdeki bez ıslandığından başka yeri silemeyeceğimiz konusunda ikna olarak parkta ayrılmaya razı oluyoruz.
Yağmur nedeniyle parkta oyalandığımız süre kısa kaldığından, pastaneye giderek çay içmeye karar veriyoruz. Başkalarını da bulunduğu sosyal ortamlarda yiyip içme özel zevklerimiz arasında. Sonuçta dedeye para harcatmaktan keyif alıyormuşuz gibime geliyor. Pastaneye girdiğimizde üzerimizdeki fazlalıkları çıkarıp oturuyoruz. Çaylarımız ve yanındaki kurabiyeler geldiğinde, sorular peş peşe diziliyor. Kurabiyenin üzerindeki ne, çayın yanındaki limonu neden içine attın, senin çayına da şeker koyayım mı,  vitrindeki şu kurabiyelerden alsak olmaz mı, o amca bana fıstık dedi. Bir saat kadar önce kahvaltı sırasında babaanne ve dedeyi maymuna çeviren, yemek konusunda zorluk çıkaran o değilmiş gibi; “dede karnım çok acıktı, şu poğaçalardan da alalım” deyince bizimle ilgilenen ağbiye ısmarladık. Sonra da paket yapıp eve götürdük.
Park ve pastane safhası iyi geldi. Eve döndüğümüzde kısa oyun ve az öğle yemeği sonrasında uyku saatimiz geldi. İki saatlik gündüz uykumuzun sonlarına doğru yanında uzanıp gazete okumayı tercih ediyorum. Gündüz uykumuz iki saati geçtiğinde, bu sefer gece uykusuna yatması o kadar geciktiği için annemizin tavsiyesi kadar uykuya zaman ayırmaya çalışıyoruz. Doğrudan uyandırma olmaz. Gazete okurken çıkan sesler zaman içinde uykumuzun açılmasına neden oluyor. Sıra şekerleme yapmakta. Bazen “dede sırtımı kaşı” diyor, bazen de konuşmadan sırtını dönerek kamburunu çıkarmasından ne demek istediğini anlıyorum.  Kısa süre kaşınma faslından sonra giyim konusunu hallediyoruz.
Akşam eve dönme saatine kadar olan sürede birlikte resim yapmak, oyuncak bebeğimize masallar anlatmak, oyuncaklarımızla oynamak veya televizyon seyretmek tercihleri arasında seçim yapıyoruz. 
Gün boyunca bu kadar beraber olunca sorunlarımız da olabiliyor. Legolarımızla kule yaparken dede acelecilik etti, onun takacağı bir parçayı el çabukluğu ile takmaya çalıştı diyelim. Değişik tepkiler gelebilir. Yüksek sesle bağırmak veya lego parçasını yere fırlatmak olabilir. Artık üç yaşını doldurmaya başladık. Dedenin kalbi kırıldı. Şurası ağrıyor. Onun için dede yan odada biraz dinlensin. Elif özür dileyince kalbi iyileşebilir.
Bir şekilde tekrar uyum içinde oynamaya başlayabiliyoruz. Karşılıklı ipleri koparmamaya dikkat ettiğimizi düşünüyorum. Aramız tekrar normale döndüğünde; fazlaca derine gitmeden, sıkıcı olmamaya özen göstererek biraz önce olanların muhasebesini yapıyoruz. İlginç cevaplar gelebiliyor;
-Dede, hani ben yeni uyanmıştım ya, sinirliydim o yüzden bağırdım,
-Dede,özür dilerim, ben çocuğum ya onun için legoyu fırlattım,
-Ama benim canım çok sıkılıyor (beni kucağına al demek).
Günün özeti; ev içinde sandalye üstünde iş yaparken, sokakta karşıdan karşıya geçerken, parktaki tarzan merdivenini tırmanırken veya bahçede biraz yüksekçe bir basamağı inerken göz ucuyla takipteyim. Üç yaşına gelmemize rağmen beklenmedik hatalar yapılabiliyor. Halâ daha yakın takip gerekebiliyor. Arkadaşları ile oynarken uzak kalmayı tercih ediyorum. Dışarıda olduğumuzda arkadaşlık kurmasına ve sorunlarının çözülmesinde kendi başına çaba göstermesine özen gösteriyorum. Marketten onun için satın aldıklarımızın ücretini ödemeyi ya da üstünü geri almayı öğreniyoruz. Bazen birlikte spor yapıyoruz. Bazen atçılık oynuyoruz. Atın kim olduğunu söylemeye gerek yok. Üstelik at bazen ses de çıkarıyor. Bazen de uzaktan koşarak yanıma geliyor. İnsanın içini eriten güzel sözlerle kollarını açarak bacaklarıma sarılıyor. Eğilmiş isem yanaklarıma ıslak imza bırakıyor. Onu her defasında koklamak dünyanın en güzel duygusu olmalı.
Annemizin dönüş saati yaklaştığında, biz de dedenin evinden ayrılarak annemizin yanına gidiyoruz. O anki duruma göre hemen kapıdan ayrılmak veya torunumun evinde kısa süreli vakit geçirdikten sonra biraz yorgun ancak sabah buluşmanın özlemiyle vedalaşıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder