Doksanlı yılların başlarına kadar çocukların çamurla oynadığını hatırlıyorum. Sonraki yıllarda sokak oyunlarının azaldığına, parkların daha çok kullanılır olduğuna şahit olmaya başladık. Eskinin sokak oyunları yeni nesil tarafından bilinmez oldu. Evde, okul bahçelerinde, parklarda ve diğer kapalı mekânlarda oynanan oyunlar çabucak yaygınlaştı. Eskiler unutuldu. Birçok konuda olduğu gibi çamur da teknolojiden payına düşeni aldı. Eskiden çocukların üstlerini kirleten ve ellerinin çatlamasına neden olan çamur; oyun hamuru olarak yeni hali ile karşımıza çıktı. Rengârenk oyun hamurları çekici görünümleriyle kolayca kabul
gördü. Toprak-çamur oyun aracı olmaktan çıktı. Parkta bahçede ellerine kum veya toprak bulaşan çocuklar elleri çok kirlenmişçesine ellerinin silinmesini beklemeye başladılar. Eskinin şekil değiştiren çamuru ambalaj içinde parayla satın alınır oldu. Çamur işi bitince atılırken, oyun hamurun işi bitince bir sonraki oyun için saklanmaya başlandı.
Torunumla birlikte, oyun hamurundan değişik objeler yapmayı seviyoruz. Gerçek anlamda benzetemesek de arabalar, trenler, kardan adamlar, çiçekler, kuşlar ve okuduğumuz masal kahramanlarını canlandırıyoruz. Hacivat’la Karagöz’ü yapıp seslendiriyoruz. “Vay benim keltoş başım, caaaanım Hacivatım” diye seslenen dedeye cevap gecikmeden geliyor. “Karagözüm Karagözüm şapka da yapalım mı? … …” Evde çamurla oynamak mümkün değilken, babaannemizin oklavasını alıp oyun hamuru ile börekler açabiliyoruz. Yaptıklarımızı bazen çok beğenip, akşam annemiz eve geldiğinde; “sana sürprizimiz var, gözlerini kapa” diyoruz. Sonra gözlerini yuman annemizin elinden tutup sergilediğimiz oyun hamurlarının yanında “biir, ikii, üüüç” diyerek gözlerini açtırıyoruz. Annemizin küçük çığlıklar atıp sevinmesini keyifle izliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder