15 Kasım 2012 Perşembe

Kirpi yavrusunu “pamuğum” diye severmiş

Bugünlerde son üç senenin muhasebesini yapıyorum. Konu torunlarım. Üç yaşına yaklaşan ve İstanbul’da günlerimizi birlikte geçirdiğim torunumla gündüzleri birlikteyiz. Dışarıda geçirdiğimiz saatler kadar ev içinde de sıkılmadan akşamı
bulduğumuz çok oluyor. Yorucu ama bir o kadar
 da keyif verici zaman geçiriyoruz.
Dokuz aylık olan ikinci torunumla ise İstanbul’a geldikçe veya biz Ankara’ya gittikçe özlem gideriyoruz. Kısa süre sonra Ankara’ya gideceğimiz için onu çok özlediğimizi daha çok hissetmeye başladık.
Büyük torunumla birlikte oyunlarımızda küçüğü varmış gibi-mahsusçuktan davranıyoruz.
Aile içinde konuşurken “mayalandık” diyorum. Eskiden küçük bir masaya sığarken, şimdi büyük masalara sığmadığımız günler oluyor.
Torunlarımı izlerken yaratanın mucizesi olarak kabul ediyorum.
Daha çok birlikte olduğum üç yaşındaki ile vakit geçirirken; parkta zincirlerle yapılmış dikine merdiveni parmaklarıyla kavraması, el ayak koordinasyonunu sağlayarak sallanmakta olan zincirleri tırmanması, üst bölüme geldiğinde; hafif korku ile yardım istemesi ve korkuya rağmen üst taraftaki demirlerin de üzerine çıkmaya çalışmasını ilgi ile izliyorum.
Parkta arkadaşlarıyla birlikteyken yaşadığı mutluluğu görmek, minik adımlarıyla “yakalamaca oynayalım” diye bağrışmaları, kendilerince atıkları kahkahalar çevrelerini de neşelendirmeye yetiyor. Bazen de ağlaşmalar-feryatlar oluyor. Bu gibi durumlarda anne-babalar veya diğer aile yakınları ortalığı çabucak sakinleştiriyor.
Sık sık yabancı anne-babalarla da karşılaşıyoruz. İnsanoğlu her yerde aynı, yabancı anne babalar da bizler gibi çocuklarının peşinden bıkmaksızın koşuyorlar.
Çocuk arabasında parka giderken veya eve dönerken yüksek sesle söylenen şarkıların onun mutluluğunun işareti olarak kabul ediyorum. Mutlu olmasının, aynı zamanda sağlığını da olumlu etkilediğini, vücut savunma mekanizmasını da güçlendirdiğini düşünüyorum.
Sonbaharın sonlarına yaklaştığımız bugünlerde, sabahları güneşin yükselmeye başladığı saatlerde dışarı çıkıyoruz. Çoğunlukla parklarda öğlen yemek saatine kadar kalarak vakit geçiriyoruz.
Öğlen yemeğini oyunlarımızla birleştirerek sorun çıkmasına meydan vermeden yiyebildiğimiz zaman rolümüzü iyi oynamanın huzuru ile gündüz uykumuza geçiyoruz. O günkü havamıza göre “kırmızı başlıklı kız”la başlayan masallarımız veya televizyondaki çocuk kanallarından birinin ses seviyesini giderek azalttığımız bir çizgi film eşliğinde uykuya dalabiliyoruz.
Üç yaşının doğallığı içindeki bıcır bıcır konuşmaları ve  dile getirdiği sözler  insanı kendinden geçirmeye yetiyor.
-“patatesimi bitireyim ondan sonra çorbamı içecem” dediğinde bilin ki zaman kazanıyor, yemeyecek.
-dede bak, yumurtamı bitirdim, mutlu ol ..
-dedemin parkı çok sıcak, başımıza güneş geçer, onun için İntaş Parkı’na gidecez,
-kardeş, hımmm denmez,  efendim denir.
-kış geldiği için soğuk dondurma yenmez, sıcak dondurma (külâhta çukulata) alalım mı?
-dede balıklar suda üşümezler mi?,
-balon ağza alınmaz, parktaki baloncu amca pompa ile şişiriyordu (sonunda balon şişirmek için pompa da aldık).
-dede, balonu sen tut, ben sipireyim (şişireyim).
-bir gün Hasrettin Hoca; karısına demiş ki  …,
-ayabaklarımın ucu siyah olmuş, ayabakçıya götürüp boyatacağız.
-dede sen dur, ben (bilgisayarı) açarım.
Uzaktan bakana sıradan konuşmalar gibi gelebilir. Torun söz konusu olunca yaşanan duyguların kelimelerle tarifi olmadığını ifade etmeliyim. Konuyu fazlaca abartmamak için; “kirpi de yavrusunu pamuğum diye severmiş” diyerek kendime geliyorum.

1 yorum: